Müthiş bir can sıkıntısı bu, unbearable.
Daha ne kadar sürecek böyle bilmiyorum. Elimi göğsümün ta içine, derinine daldırmak istiyorum. Derimi delip, kaburgalarımın arasında sıkışmış kalbimi bulup çıkarmak istiyorum. Sonra onu kuş gibi salmak, sırf nefes alsın diye.
Böyle durumlara kaçtığım makaleleri geride bırakalı çok oldu. Pişman olur muyum? Bilmiyorum. Hayalim sandığım şeylerin hayalim olmadığını fark ettiğim bir bırakıştı benimkisi. Ama bu sıkıntıların hiçbirinin geri de bıraktığım yaşamım ile bir alakası yok. Sanırım, şu an sadece fazla sosyalleşmenin arkasından gelen, sınırlarını aştığının öyle aman aman bile değil, rahatlık alanı denilen o lanet yerden çıkmış olduğunun farkında olduğun, kimsenin umurunda olmadığını bildiğin ufak tefek detayların sesli söylenmesinde gelen bir iç gıcıklanması. Duymak, yüzleşmek, geçmişinin önüne Komşum Totoro gibi birden kocaman oturması, hani sen an’da kalmaya canla başla çalışırken, o kadar ses ve koku içinden çok önemli bir şeyi hatırlar gibi birden kalkıp gitmek fikrinin seni yine baştan çıkarmaya başlaması.
Kalabalık masalardan çıkacak tüm seslere kulak tıkamak arzusu içinde tüm masalardan kaçıyorum, koşarak. Önüme çıkanları da içindekilerle deviriyorum. Evime masa almıyorum, sandalye de. Koşuyorum. Lola’nın üçüncü koşusu benimki. Filmin sonunu Tom Tykwer seçmiyor. Bu bayat sözleri de Kafka yazmıyor. Oyuncak bebekler konuşmuyor. Şarkı I kiss the hand of my destroyer diyor. Kitabım hala kayıp. Fakat bulursam da haber vermeyeceğim. Bu arada Aslı Erdoğan’la tanışmak istiyorum. Onu görünce ne derim bilmiyorum daha karar vermedim. Karar verince de kimseye söylemeyeceğim. Aslı Erdoğan hariç.
Bir Cevap Yazın