Hiçbir şeyin umurumda olmadığı bir günün hatta bir ayın son saatleriydi. Fakat Mayıs daha bitmemişti…

Bu insanları sevmiyor değildim. Seviyordum. Ama şu an burada duramıyordum, bazen aynı dili konuşmak yetmiyordu. Kelimeler her zaman aynı anlamlara gelmiyordu. Oysa dev bir sözlüğümüz var bize kelimeleri anlatan. Bir bir. İnsanların oturup sözlük okuması gerektiğini düşünüyorum bazen. Kelimelerin ne anlama geldiğini bilmeden konuşuyor karşımızdakinden bizi anlamasını istiyoruz. Olmaz! Yeni bir kelime üretebilirsin ama var olan bir kelimeye yeni anlamlar yükleyebilir misin? Mecazın dışında konuşuyorum. Keşke sözlük yazarı olsaydım… Benim kafam bunlarla doluyken masada zaman ilerliyor, sohbet konuları değişiyor bense bir nebze olsun kendimi veremiyor iyi hissetmiyordum. Ankara’daki son üç günümdü ve olmam gereken yer burası değildi.

Kalktım, çok önemli bir işim vardı benim. Evet! Gitmem gereken bir yer vardı! Evet, bu saatte. Öyle dedim onlara sandalyemi yavaşça geriye iterken. Hızlıca oyunbozanlığımı kabul ettim. Kimseye bir açıklama yapacak gücüm yoktu zaten yapacak bir açıklamam da yoktu.

Dar ve eski merdivenlerden aşağıya hızla iniyordum. Gözüm kirli duvardaki yazılara, baskılara, afişlere takılıyordu. Sonradan bunların hiçbirini hatırlamayacağımı biliyordum. Bile bile hafızama kaydediyordum. Her adımda Kızılay’ın kaotik gürültüsü kulağıma geliyordu. Gürültü çoğaldıkça içimdeki heyecan artıyordu. Ve sonunda aşağıdaydım. Ağaçların yaprakları birbirine çarparak bana alkış tutuyordu ve Ankara’nın Mayıs’a rağmen serin gece rüzgârı yüzüme çarptı. Oh be, hala soğuktu Ankara. O an bu tanıdık soğukluk içimi rahatlattı. Derin bir nefes aldım.

Yüzümdeki tebessümle nereye gittiğimi bilmeden tüm gücümle yürümeye başladım. Ankara’dan gitmeden, bu tanıdıklık duygusu kaybolmadan, bir şeylerden kaçarcasına ve bir şeyi yakalamak istercesine hızla yürüyordum. İnsan yüzleri de aynı hızla değişiyor. her yüzden kulağıma düşen sözcükler değişiyor, sesler değişiyor. Her adımımda değişimi  daha net görüyordum. Sonra birden yavaşladım. Anlamaya başlıyordum. Korkuyordum.  Hiçbir şeyin aynı kalmamasından korkuyordum. Değişimden korkuyordum. Bir yanımla büyük bir değişiklik için çaba sarf ederken… Durdum. Kurtuluş Parkı’nın sonlarındaydım. Yol kenarındaki banklardan birine oturdum. Etraf karanlık ve sessizdi. Ağaçların alkışı kesilmişti. Şimdi buradan kalksam 13 dakika sonra evdeyim. Buradan 5 dakika Kıbrıs caddesine. O yokuşu çıkıp eve varmamda 8 dakika falan alıyordu. Bu hesabı sabahları metroyu zamanında yakalamak için yapmıştım. Artık bu bilgiye ihtiyacım olmayacaktı… Canımı asıl sıkan buydu. Küçük insanların küçük dertleri sen de haklısın…

Kalktım yavaşça yürümeye başladım. Oldukça yavaş. Değişimi durdurmaya çalışarak. An’da tutunmaya çalışarak tıpkı kitaptaki gibi hatırladın mı? 13 dakikadan daha fazla alacaktı bu sefer galiba. Ankara’nın ürperten serinliğini tekrar hissetmeye başladım. Saate baktım. Zaman Mayıs’ı çoktan bitirmişti. Ankara ise hala esiyordu. Rahatladım. Mayıs çoktan gitmişti evet. Ay değişmişti. Gün değişmişti. Birkaç gün sonra ben de gidecektim. O masada oturanlar da gidecekti. Her şey bir bir, sırasıyla değişecekti. Yabancılaşacaktı belki. Ama Ankara hep soğuk kalacaktı.

Keyifli okumalar,

Özgül

An’ın şarkısı: Mehmet Güreli, Mayıs.