Müthiş bir can sıkıntısı bu, unbearable. Daha ne kadar sürecek böyle bilmiyorum. Elimi göğsümün ta içine, derinine daldırmak istiyorum. Derimi delip, kaburgalarımın arasında sıkışmış kalbimi bulup çıkarmak istiyorum. Sonra onu kuş gibi salmak, sırf nefes alsın diye. Böyle durumlara kaçtığım... Continue Reading →
Hangi hikaye bu? Kendini tekrar etmekten yorulmayan. Kendi hikayeni yazmaya çalışırken başka hikayelere dahil olduğunu fark etmeyen ya da çok geç fark eden. Hikayeye kendini kaptırmış gidiyorsundur, heyecanını, korkunu, tutkunu yaşamaya izin vererek, belki biraz kendine bile hayret ederek. Sonra,... Continue Reading →
Yokuşu inerken elimdeki kırmızı kitaba tıpkı Franny’nin o küçük yeşil kitaba sarıldığı gibi kutsayarak sarılmış sıkı sıkıya tutuyorum eskiden rutinim olan bir duyguyu ararken yeni bir rutine evrildiğimi hissederek metroya iniyordum. Bu loş beyaz ışıkların altında metroyu beklerken herkesin oluşturduğu... Continue Reading →
Gün 1: Gözünü ilk önce kendine çevirdi, saçlarına yüzüne dokundu, üstünü başını kontrol etti. Kıyafetleri hala üstündeydi. Tedirgin bir şekilde yutkundu. Sessizlik ona yutkunma sesini bile işittirdi. Loş sarı ışıklı bir evin üst katındaydı. Merdivenlerden aşağı baktı. Ses soluk yoktu.... Continue Reading →
Bir sarsıntı ile uyandım başım cama çarptı. Bir arabanın sol arka koltuğundaydım. Sağımız solumuz çöl. Gecenin hangi yarısındayız bilmiyorum. Yolculuğun kaçıncı günündeyiz bilmiyorum. Dışarı baktım. Hiçbir şey yoktu. Ay dışında. Koca ay sol arkamda parlıyordu. Dizlerimi koltuğa koyup yüzümü arka... Continue Reading →
Kafamda dönüp duruyor. Kendi kendime, sadece kendimin duyabileceği şeklide mırıldanıyorum. İçim rahatlıyor. Günler karışık. Ortalık dağınık. Güvenli hiçbir yer hiçbir kimse kalmamış gibi. İyi sayamam kendimi. Yine de mutsuz değilim. Umutsuz hiç değilim. Başımın üstünde hale oluşturmuş dizelerdir belki... Continue Reading →
Son sayfadayız. Yıl bitiyor. Dönüp arkama bakıyorum bu geçen on iki ayda ne yaptım? Neredeydim? Ne izledim? Ne dinledim? Ne okudum? Ya da ne öğrendim? Evet, sormak istediğim tek bir soru var aslında ‘ne öğrendin Özgül?’ ‘Kendime iyi bakmayı, kendime... Continue Reading →
Hiçbir şeyin umurumda olmadığı bir günün hatta bir ayın son saatleriydi. Fakat Mayıs daha bitmemişti… Bu insanları sevmiyor değildim. Seviyordum. Ama şu an burada duramıyordum, bazen aynı dili konuşmak yetmiyordu. Kelimeler her zaman aynı anlamlara gelmiyordu. Oysa dev bir sözlüğümüz... Continue Reading →
2015, Ankara
Siz onu tanımıyorsunuz tabi.
Aslında ben de tanımıyorum.
Ne sever ne sevmez bilmiyorum ama Bahadır Cüneyt Yalçın’ın kitaplarını sevdiğini biliyorum.
CerModern’de yazar Bahadır Cüneyt Yalçın’ın imza günü ve söyleşisi vardı. O dönemde yazarın “Hep Lunapark” adlı kitabı yeni yayınlanmıştı. Aslına bakacak olursak benim yazar ve kitapları hakkında çok bir bilgim yok. Yakın bir arkadaşımın ricası üzerine oradaydım.
Büyükçe bir alanda, U şeklinde dizilen dikdörtgen masaların etrafını çevreleyen sandalyelerde yerimizi aldık. Yazara karşı özel bir ilgimin olmayışından olsa gerek bir yandan konuşulanları dinlerken diğer yandan kişileri incelemeye koyuldum.
Genç bir çocuk elinde yazara ait birkaç kitapla geldi. Zayıf ve çelimsizdi. Omuzları öne düşmüştü, üzülerek söylüyorum ki hafifte kambur duruyordu. Yarı çerçeveli gözlükleriyle etrafı süzdükten birkaç saniye sonra yazarın hemen karşı masasına oturdu. Heyecanlı olduğu her halinden belliydi. Söyleşi boyu elleriyle, parmaklarıyla oynuyordu. Sağ bacağı huzursuz bacak sendromuna bariz bir örnek olabilecek bir biçimde titriyordu. Hani o an huzursuz…
View original post 296 kelime daha